SİBER PSİKOLOJİNİN ÇOCUKLAR ve EBEVEYNLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

“Paylaşıyorum o halde varım”

Kulvan, R.

Bu çalışmanın amacı siber psikolojinin çocuklar ve yetişkinler üzerindeki etkilerinin tüm unsurlarını irdelemektir. Aynı zamanda siber psikoloji de sosyal medyanın ebeveynler üzerinde ki etkilerine ilişkin saptamalarda bulunmaktır. Sanal dünyanın üzerimizde ki hâkimiyeti düşünüldüğünde yapılan bu çalışmanın önemi idrak edilecektir. Sanal dünyanın esiri olan bir blogger anne, Youtuber bir genç, elinden tabletini düşürmeyen oyun bağımlısı bir çocuk, akıllı telefonuyla okey oynayan bir baba, İnstagirl bir genç kız ve tıklanma rekoru kıran fenomen sanal dünya terimleriyle anılan bir nesil düşünüldüğünde çalışmanın önemi kavranacaktır. Bu çalışma artık unvanı değişen bir neslin değerlendirilmesiyle ilgili önemli bir çalışmadır. Öncelikle sanal dünya siber psikoloji gibi kavramlara değinilecek daha sonrasında sonuç kısmında bu durumda ne yapılabilir? Sorusu yanıtlanacaktır.

Sanal dünyanın bizler üzerindeki etkisini hayatımızın her alanında gördüğümüz gibi psikoloji bilimine de siber psikoloji tanımlamasıyla görmekteyiz. Karabulut (2015) hızla değişen, dönüşen teknolojinin yeni toplum ve çağın öncüsü olduğunu belirtmiştir. Bir devrim niteliği taşıyan internet ile erişim araçları da gelişmektedir. Daha 1996 yılında internet bağımlılığı terimi Golberg (1996) tarafından tanımlanmış ve tartışmaya açılmıştır. Daha sonra Davis 2001 yılında patolojik internet kullanımı kavramını, 2003 yılında da Caplan problemli internet kavramını kullanmıştır. Böylece internetin insanlar üzerindeki etkileri teferruatlı bir şekilde başlamıştır. Bu durum internetin kendi içerisinde de bir kültür oluşturmuştur. Karabulut’a (2015) göre bu dijital kültür sürecini oluşturan bireyler dijital yerliler ve dijital göçmenler olarak ifade edilmektedir. Bu iki zıt grubun yanı sıra kimi düşünürler üçüncü bir grubun ikisi arasında yer aldığını düşünmektedir. Bu grup dijital melezler grubunu oluşturmaktadır. Dijital yerliler bu sanal dünyanın içinde doğan çocuklardır. Melezler ise bir önceki kuşak yani teknolojinin, sanallığın bu kadar etkili olmadığı dönemlerde doğanlar yani sonradan öğrenenler ve bir şekilde adaptasyon gösterenlerdir. Şimdiki çocuklar, ergenler bu dünyanın içindeler, sanal dünyanın içinde yaşamaktadır.

Hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen akıllı telefonlar, bireylerin sanal dünyada daha fazla yer almalarına neden olmuştur. Özellikle gençlerin yoğun ilgi gösterdiği sosyal medya, Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (FoMO) adı verilen yeni bir fenomenin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Üniversite öğrencileri üzerine FoMO yaygınlığını inceleyen bir araştırmaya göre FoMO’ya yatkın öğrencilerin sürekli şarj aleti taşıdığı, uyandıkları an akıllı telefonlarını kontrol ettiği, telefonlarıyla yatağa girdikleri, günde en az 50 kez kontrol ettiği, ez az 4 farklı sosyal medya hesabına üye olduğunu ve günde en az 7 saatini sosyal medyada geçirdiği görülmüştür (Hoşgör, 2017).

Özellikle yeni doğan bebeklerin bile anne baba tarafından açılan sosyal medya sayfalarının olduğu bir zamandayız. Blogger anneler üzerine yapılan bir çalışmada, annelerin sanal dünyada var olma biçimlerinden biri, annelik blogları aracılığıyla gerçekleştiği belirtilmiş ve bunun üzerine bir inceleme yapılmıştır. Blog yazarı annelerin eğitimli ve kariyer sahibi kadınlardan oluştuğu görülmüştür. Blogger anneler, çocuklarına dijital günlükler tutmuş, kendileri gibi anne olan bireylerle iletişim kurmuş ve onların deneyimlerinden yararlanmışlardır. Bu paylaşım kadınların annelikte karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmalarını kolaylaştırmıştır. Fakat bu durum blogger annelerin var olan sorumluluklarına yenilerini eklemiş ve kendilerini “yetersiz” hissetmelerine neden olmuştur (Teke, 2014).

Değer görme, sosyal aidiyet ve bir gruba ait olma ihtiyacı gibi Maslow hiyerarşisinde bulunan bu ihtiyaçlarımız sosyal medya araçlarıyla giderilebilir hale gelmiştir. Sosyal medya aracılığıyla varlığımızı onaylatmaya çalışıyoruz. Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım.” ifadesi 2000’li yıllardan sonra “Paylaşıyorum o halde varım.” ifadesine dönüşmüştür. Artık sosyal medya yoluyla “Ben de varım beni de görün.” diyoruz (Kulvan, 2018).

Sosyal medya aracılığıyla kolay para kazanıp, şöhret olma hayali mevcuttur. Nizam ve Salğar (2018)’in tek tıkla şöhret üretimi çalışmalarında da belirttikleri gibi sosyal medyada çekilen basit içerikli videoları net sayfasına yükleyip abonelikler açan bireyler, popülerleşip ünlü olduktan sonra film ve dizilerde de rol almaktadırlar. Youtube videolarının bu kadar artmasının altında yatan temel nedenin de şöhret olma arzusu olduğunu belirten Nizam ve Salğar (2018) çocukların, tıklanma rekorları kırmak ve meşhur olmak için en marjinal videoyu çekmenin gayretine girdiklerini belirtmişlerdir.

İnternet genellikle sanal oyunlar ve YouTube gibi kanallarla cezbetmektedir. Online oyunlar, çeşitli kişilerle oynanan oyunlar, sosyal medyada like (beğeni) almak beyinde bir bölgeyi (limbik sistem) uyarıyor. Bu bölge ödül mekanizmasını çalıştırır, çikolata yediğimizde, aferin aldığımızda olduğu gibi aktifleşir. Bir süre sonra beyin bu sistemin sürekli çalışmasını ister hale geliyor. Bir zaman sonra oyun oynamadan level atlamadan sosyal medyada ‘stalk’lamadan durmamaya başlayan bir duruma dönmektedir. Bu sebeple sosyal medya hesapları belli bir yaşa gelmeden açılmamalı. O hesapların şifreleri, kontrolleri anne baba tarafından denetlenmelidir. Bu sebeple anne babanın da bu mecranın kullanımı hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Tanımadığı kişilerle sohbet etmesi, eklemesi, sayfasının dışarıya açık olması, olumsuz sonuçlar doğurabilir. Tabii ki tamamen yalıtmak mümkün değil, çağın içinde bir olgu fakat dikkatli, kontrollü kullanımını sağlamak çocukları zararlarından uzak tutmak, olumlu yanlarından faydalanmalarını sağlamak da çocuklardan sorumlu yetişkinlerin görevidir.

Ebeveynler çocukların sosyalleşmesi için gayret göstermeli, girdiği kanalları online oyunları veya satın alınan oyunları bizzat kendileri incelemeli, bunun hakkında bilgi almalı; sansürü aile yasası şeklinde uygulamalı ve sebeplerini de uygun şefkatli bir dille aktarmalıdır. Çocuğun azaltılan, belirlenmiş oyun sürelerinden çıktığında vaktini ailesi ve arkadaşlarıyla zevkli uğraşlarla geçirmesi için ortam yaratılmalı. İçeriği çocuğun ruh dünyasına daha uygun hazırlanmış, zihnini de çalıştırabileceği keyifli oyunlar araştırılıp özendirilmelidir. Zihni, ruhu kirlenen bir çocuk, sanal da olsa yanlış yönlendirmelere sahip şiddet içerikli oyunlarla boş vakit geçirmemelidir. Yanlış sanal oyunlara yönlendirilen çocuklar tembelliğe teşvik edilir, üretmekten, üretken olmanın zevkinden uzak kalır, yanı sıra zihinsel ve ruhsal tahribatlara da maruz kalabilir.

ANAHTAR KELİME: sanal dünya, siber psikoloji, blogger anne, Youtuber genç, internet

Kaynakça

Diker, E. ve Taşdelen, B. (2017). Sosyal medya olmasaydı ne olurdu? Sosyal medya bağımlısı gençlerin görüşlerine ilişkin nitel bir araştırma. Uluslararası İletişim ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi.190-206.

Hoşgör, H., Tütüncü, K., Hoşgör, G. ve Tandoğan, Ö. (2017). Üniversite öğrencileri üzerine sosyal gelişmeleri kaçırma korkusu yaygınlığının farklı değişkenler açısından incelenmesi. İnernational Journal of Academic Value Studies, 3(17), 213-223.

Karabulut, B. (2015). Bilgi toplumu çağında dijital yerliler, göçmenler ve melezler. Pamukkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21, 11-23.

Kulvan, R. (2018). Varoluşsal yalnızlığımızın kaçış noktası: Sosyal medya.

Nizam, F. ve Salğar, Ö.N. (2018). Yeni medyada tek tıkla şöhret üretimi: internet videolarıyla gelen şöhret.  Uluslararası İletişimde Yeni Yönelimler Konferansı Eğlence Ve Ürün Yerleştirme.

Teke, S.G. (2014). Dönüşen anneliğe yönelik netnografik bir analiz: blogger anneler, Milli Folklor, (26)103,  32-47.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir