SİBER PSİKOLOJİ

Serap Hanım hoş geldiniz. Sanal dünya ile ilgili çok konuşuyoruz, bizim hayatımızı kuşatmış bir yapıdan bahsediyoruz. Bu konuda tabii farklı yaklaşımlar var. Bir yaklaşımda hep zararlarından kötü yanından bahsediliyor, birinde de işte bu teknolojinin büyük bir nimet olduğu bu çağın bir gereği olduğu vs. İkisi de doğru aslında ama ne ifrat ne tefrit belki orta yolu bulmak en doğrusudur. Sizin bu konudaki yaklaşımınız nedir? Dengeli bir yaklaşım nasıl olmalı? Bu teknoloji ile ilgili neler söylersiniz?

Şimdi Siber Psikoloji diye bir tanımlama var, artık sanal dünyanın da bir başlık halinde psikolojinin alt alanlarından biri olduğunu görebiliyoruz. İnternetle alakalı ilk tanımlamalar daha 1996 yılında oluşmaya başlamış ve internet bağımlılığı olarak kullanılmış. Daha sonra 2001 yılında patolojik internet kullanımı, 2003 yılında da sorunlu internet kullanımının insanlar üzerindeki etkileri teferruatlı bir şekilde araştırılmaya başlanmış, bu bizim üzerimizde nasıl bir etki bırakıyor? Artık bir kenara koyabileceğimiz bir şey olarak bakmıyoruz. Süreç içerisinde yer alan ve yaşadığımız bir şey o yüzden de artık dünyamıza giren bir faktörü nasıl değerlendireceğiz, sorusunu soruyoruz. Onunla nasıl alakalanacağız, ilişkimiz nasıl olacak? Hayır, bizim çok fazla ilişkimiz yok, diyebilir miyiz? Dijital yerliler (zaten bunun içinde doğan çocuklar), dijital melezler (sonradan öğrenmiş ve bir adaptasyon gösterenler), dijital göçmenler… Bizim için başlangıçta bu kadar etkili değildi ama artık etkili. Şimdiki çocuklar, ergenler bu dünyanın içinde yaşıyorlar ve gerçek dünya dediğimiz şeyde yaşanan birçok faktör, durum sanal dünyada da karşımıza çıkıyor ve bazı durumlarda (yerlisi, melezi ve göçmeni olarak) etkiliyor. Bu etkilenme düzeyini ele almak gerekiyor.

Siber psikoloji dediğimiz şey tamamen bu etkileşimle, etkilenme süreciyle alakalı bir tanım olsa gerek.

Siber dünyanın siber psikoloji üzerine etkilerini araştıranlar, bazı sosyologlar, psikologlar diyorlar ki; pozitif ya da negatif etkileriyle ilgili şu anda bir tespit yapamıyoruz. 10 yıl 15 yıl sonraki etkilerine bakalım o zaman göreceğiz, yani şu anda sadece tahminleri yürütebiliyorlar. 10-15 yıl sonra bunlarla ilgili daha net bilgiler, ne olmuş nasıl etkileri çıkmış, ortaya çıkacak?

Yani psikoloji bilimi için yeni bir araştırma alanı açmış oldu sanal dünya; tabii 90’lardan, 2000’lerden itibaren Avrupa’da araştırma alanı olduğunu söylediniz. Ülkemiz için acaba yeni bir araştırma alanı mı? Çünkü biz o teknolojiye birdenbire ulaştık ve çok da teveccüh gösterdik. Birdenbire milyonları buldu kullanılma alanları ama etkileri ile ilgili yeni yeni konuşuyoruz, son yılların mevzusu haline geldi bu bir eksik midir, ne dersiniz?

Bu işi ilk yaşayan, gelişmiş ülkeler de aslında bizimle aynı süreçlerden geçti. İlk önce teknolojinin sunduğu dünyanın içerisine girme, anlama, kavrama ve içerisinde yaşarken aynı zamanda kendimizden bir şeyler de katarak “gerçek” dünyamızla buluşturma. Nihayetinde kendi kültürümüze, yapımıza göre kattığımız olgu, kavram ve temalarla kendi siber alemimizi oluşturuyoruz. Bize sunulan bir paket, belki bir application/uygulama var evet. Fakat onun içerisini zenginleştiren de biz insanlarız, o yüzden de gayet etkiniz aslında. Ayrıca şöyle bir durum da var, internetteki kullanım, sosyal medyadaki kullanım, o beyindeki limbik sistemdeki ödül merkezini uyarıyor. Meselâ neler ödül sistemini uyarır; gülmek, bir şey kazanmak, bir başarı takdir edilmek, beğenilmek bunlar limbik sistemi/ödül sistemini uyaran ve etkinleştiren şeyler. O ödülü kazanabilmek adına ne kadar ‘like’ aldığımızı kontrol ediyoruz ve sosyal medyada daha çok var olmak istiyoruz.

Aslında tıpkı “gerçek dünya”daki var olma peşindeyiz, siber psikoloji dediğimiz zaman Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine de bir bakmak lâzım. Abrahom Maslow bir piramit sunuyor ve bu geliştiriliyor. Konuyla ilgili birçok çalışma var ama (tartışılacak yanları olduğunu şerh düşerek) sadece bu kuramı ele alabiliriz. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi şöyle sıralanır; fiziksel (bedenin) ihtiyaçlar, sosyal ihtiyaçlar, duygusal ihtiyaçlar, sonra kendini gerçekleştirme ve güven… Aslında bu piramide baktığımızda insan bu dünya da ihtiyaçlarını gidermeye yönelik yaşar ve en üst basamağa, kendini gerçekleştirmeye ulaşmak ister. Aynısı siber psikoloji için de geçerli, orada da kullanıcıların güvenlik ihtiyacını görüyoruz. Alarm sistemleri, güvenlik kameraları, şifrelerle kendimizi korumaya almak vs. teknolojiye bu bağlamda bakınca insanın güven ihtiyacını karşılayan bir yanı da var.

Değer görme, sosyal aidiyet ihtiyacına gelince; sosyal medya da bu ihtiyaçlarımızı karşılayabileceğimiz bir yer ya da gruplar var. Duygusal ihtiyaçlarımız; sohbet ediyoruz, arkadaşlarla görüşüyoruz, yeni arkadaşlıklar oluşturuyoruz. Beğenilmeyi, takdir edilmeyi istiyoruz ve eğer gerçek hayatta beğeni-takdir kaynaklarına çok ulaşamayacağımızı düşünüyorsak sosyal medyayı ya da teknolojiyi kullanabilmek daha kolay geliyor. Siber dünya ile gerçek dünya arasındaki önemli bir fark da; gerçek hayatta ihtiyaçlar hiyerarşisindeki bütün maddeler için özel ve yoğun emek sarf etmek. Ama sosyal medyada öyle mi; birçok şeyi ödün vermeden yapabilirsiniz, konferans düzenleyebilir, bir çevre oluşturabilirsiniz. Bunları beynin limbik sistemiyle ilgili söylediklerimle birleştirince insanlarda oluşan sosyal medya bağımlılığını, siber psikolojiyi anlamak çok da zor değil. Çünkü artık o ödülü hep ve daima istiyorsunuz. Devamlı kendinizi var etmek ve sosyal medya çevrenizde görülmek istiyorsunuz. Descartes’in bir sözü var “Düşünüyorum o halde varım.” şimdi bu cümleyi şöyle kullanıyoruz: “Paylaşıyorum o halde varım.”

Bu çok ilginç bir şey oldu gerçekten -var etme var olma meselesi- yani bir sosyal medya hesabı yoksa kişinin, sanki o kişi de yokmuş gibi

Çünkü onu soruyoruz artık, eskiden kartvizit istenirdi. Şimdi diyoruz ki sosyal medya hesabınız var mı?  Şu anda bir uzman olarak bana gelen danışanlarımın, beni tanıdıkları halde sosyal medyadan da kontrol etmek istediklerini görüyorum. Acaba nasıl biri, Google’da arattığım zaman ne çıkıyor? Acaba paylaşımları bize yakın mı? Meselâ orada doğru ya da yanlış, arama motorlarına tıkladığımızda çıkan bütün veriler hemen size mâl ediliyor, sizi tanımlıyor. Orası bir vitrin siz de isteyerek orada sergileniyor ve vitrinde yer alan diğerlerine bakıyor, aratıyorsunuz. Dolayısıyla bizim bir kendi benliğimiz var, bir de sanal benliğimiz… Şizofren dediğimiz sanal şizofren olmaya başlıyor.

Çok çok güzel bir tanım oldu bu gerçekten. Ben tam olarak şunu sormak istiyorum. Sevilme, beğenilme, ait olma gibi çok temel insani ihtiyaçlarımızı, gerçek hayatta gideremiyorsak, hemen yöneldiğimiz alan sanal dünya ve dediniz ki iki benliğimiz ortaya çıkıyor. Meselâ bir gerçek hayattaki kimliğiniz var, bir de sanal dünyadaki… Ben gerçek hayattaki şeylerle baş edemediğim zaman sanal dünyayı kurabiliyorum. Meselâ başka hesaplar açabilirim hatta resmimi başka koyarım, yaşımı kimliğimi değiştirebilirim.

Fake/sahte hesaplar açabilirsiniz, gerçek hayatta geçemediğiniz veya duruşunuzu kullanmadan, başka bir kimlik oluşturup başka bir mecraya rahatlıkla geçebilirsiniz. Ama gerçek hayatta bunu yapamazsınız kendinizi böyle deşifre edemezsiniz. İyi ya da kötü niyetle sanal dünyanın anonimliğinden faydalanabilirsiniz. Kendinizi nasıl sunmak istiyorsanız öyle sunarsınız. Gerçek Serap’ın, gerçek Ayşe’nin kim olduğunu ancak çok yakınları ve çevresi bilir. Ama sanal kimlikle yaşayan birçok kişi, sanal dünyadaki kimliğinin gerçek olduğunu düşünebilir. Takipçiler belirlenen o profilin, kurduğu algının dışında birisiyle karşılaştığında, sorgulamaya başlıyor.

Bilinçaltı da olsa ideal benliğimizi bu şekilde uyarabiliyoruz. Ben böyle yapmıyorum Ayşe’ysem Ayşe, Serap’sam Serap’ım diye düşünülebilir. Ama bilinçaltımızla o içimizdeki iyiyi gösterme çabası olduğunu düşünüyorum.

Yani biraz insani bir şey, orada bir vitrin oluşturuyorsunuz. Vitrinize en güzel malzemelerinizi sunarsınız ve koyarsınız. Şimdi burada niyet o kadar önemli ki iş teşhirciliğe mi gidiyor? Bu da bir soru işareti olarak karşımıza çıkabilir. Burada ne yapmalıyız ya da başkalarının teşhirciliğine maruz kalıyorsak nerede “dur” demeliyiz. Ben sosyal medyada tercihlerimi ya da teknolojide tercihlerimi nasıl kullanabilirim? Kendi yeterliliğim ve kararımın, tercihlerimin olması gerekiyor. Tercihlerimi de sağlıklı yapabilmem için bu dünyayı bilmem gerekiyor ve o yüzden de bilinçli bir kullanımla teknolojiye hâkimiyetimi sağlamam gerekiyor ki bundan hem ben hem de çevremdekiler mustarip duruma düşmeyeyim.

Bu çok önemli bir şey bilinçli kullanım ne paylaşıyorum ve ben bunu niye paylaşıyorum?

Çünkü çok yeni ve çok hızlı. Bana göre dün açıldı Facebook, şimdi çocuklar “Yaşlıların Facebook’u var, benim tabii ki Facebook’um yok şuyum var.” diyor. Oradan tabii ki başka bir yere ve başka bir yere daha diye devam eden çok çok hızlı atlayışlar var. Bu atlayışları takip etmek, bilmek gerekiyor. Kullanmak ya da içerisinde birebir yaşamak gerekli değil ama bilmek gerekiyor. Neden bilmek gerekiyor? Çünkü bu çağda yaşıyorum, maruz kalıyorum, reddedemem. Ama ne kadar kullanacağım ne kadar içinde kalacağım ben karar vermeliyim. Neler dönüyor, neler bitiyor, neler oluşuyor? Bunlarında farkında ve bilinçli olmam gerekiyor.

Burda bir de selfie olayı var. Bazı hesaplarda kişi sadece kendini ve selfie ile paylaşıyor. Yani bugün şuraya gitmiş öyle selfie, şunu giymiş öyle selfie, sadece kendini paylaşan bir yapı var. Şöyle bir psikoloji olabilir mi; aslında o hesaptaki fotoğrafında kendine bakıyor, olmak istediği kişiye bakıyor. Aslında belki de kendine ulaşmak istiyor. Yani selfie olayı ile ilgili ne dersiniz?

Selfie/özçekim olayı ile ilgili şöyle söylerim Ayşe, sen de ben de ergenlikten geçtik, yetişkin olduk. Ergenlik dönemimize şöyle bakalım, şu anda benim evimde 15 yaşında bir ergen var. Oğlumun ergenliğiyle kendi ergenlik dönemimle ilgili izleri karşılaştırıyorum. Meselâ şöyle bir şey yapıyor; birkaç yıl önce ön ergenlikteyken, hiç saçıyla başıyla ilgilenmiyordu, giyiyordu çıkıyordu, hatta biz söylüyorduk… Şu anda akşam yatmadan önce bile saçını fönlüyoruz. Bunu neden söylüyorum, ergenler daha çok aynaya bakma ihtiyacı hissediyor. Yüzü değişiyor, artık kendini fark etmeye başladı. Burada kendi benliğini, kendi bedeni üzerinden tanımlama var. Bedensel farkındalık var. Şimdi selfie de bir ergenin kendini tanıması, kendini çekmesinde bu ergenlik döneminin etkisi var. Ama biz toplum olarak ergen gibi davranırsak orada bir sorun var: Hâlâ ergen gibi davranıyorum, kendimi göstermek istiyorum, bundan tatmin oluyorum ve bundan mutlu oluyorum. Tabii ki sıfırlamaktan, hiç kendini göstermemeyi, hiç selfie çekmemeyi ya da bundan keyif almamayı kastetmiyorum. Çünkü insanların bir oyun mekanizması da vardır. Bunları yetişkin oyunları gibi de görüyorum. Çünkü çocukların da ergenlerin de oyuna ihtiyacı vardır. Hayatta saklanabileceğimiz kendimize sağaltım yapabildiğimiz bir mecra olması gerekiyor. Mecra derken sosyal medyadan bahsetmiyorum. Meselâ keyif için kek yapanlar vardır. Evde bir yığın kek yapıyor ama onları konu komşuya dağıtıyor. O bir oyun işte, yetişkin oyunu dediğimiz şey bu. Şimdi buradaki olay bir ergenden farklı olarak bakma, görme, kendini beğenme, yetişkinliğimize atfettiğimiz şeyde “selfie”nin yeni boyutları ortaya çıkıyor; “Beni görün, bana bakın, beni beğenin, ben de kendimi beğeneyim.” ve buradan beslendiği bir şey oluyor. Narsizm dediğimiz, “ben” bu noktada başlıyor. Şu anda dünyanın, bakın Türkiye için söylemiyorum; Dünya’nın önemli bir imtihan veriyor. Belki geçmiş zamanlarda çok depresif psikologlar, uzmanlar bizden önceki nesillere depresif diyorlar. Günümüz için bipolar dönemine girdik diyorlar. Bipolar dönemi ne? Duygunun çok inişli çıkışlı olması; çok seviniyoruz, çok üzülüyoruz, nefret ediyoruz, barışıyoruz. İnişli çıkışlı duygu halleri yaşanıyor ve bu hali sosyal medyanın tetiklediği yerler var.

Kesinlikle bizim psikolojimizi bambaşka bir yere doğru taşıyabiliyor. Burada tabii ki yetişkin, çocuk, genç diye ayırmıyoruz. Dediğiniz gibi artık 80 yaşındaki yaşlı kitlenin de Facebook’u var. Daha entelektüel kesiminde Twitter’ı var. Herkesin İnstagram’ı var. Bir sınırı yok herkesi işin içine katmış gerçekten. Çocuk ve gençlere ben ayrı bir başlık açmak istiyorum.

Evet çünkü onların korunması gerekiyor. Yetişkin kendine sınırlar çizebilen kişi demek ama çocukların ve gençlerin kendini koruma ve bilinçlenme konusunda rehbere ihtiyaçları var. Bu rehberi ilkin annesi ve babasıdır. Sonra okuldur, çevresidir, sonra etrafındaki bazı kişilerdir ama ilk etapta anne ve babası. Biraz evvel bir cümle söylemiştim; teknolojiden kaçamazsınız, bu teknolojinin içerisindeyiz ve bihaber olmamalıyız. Yetişkinlereydi bu sözüm. Bir çocuğum varsa teknolojiden bihaber olmamalıyım ki çocuğumun bağlantısı benim gördüğüm bağlantıdan çok daha yüksek, çok daha hızlı. Çocukların, gençlerin muhabbetleri buradan üzerinden dönüyor. İki genç bir araya geldiğinde ünlenmiş bir Youtuber’ı konuşuyor. Yani o zaman da çocuğumun kelimelerini, sosyal medyanın terminolojisini bilmek zorundayım. “İnfluencer” dediği zaman hemen bakmalıyım. Kimmiş bu “influencer” kime deniyormuş. Bir normal tanımı var; tarihte çeşitli yönleriyle belirgin olmuş, bir katkıda bulunmuş kişiler. Ama şu anda “influencer” dediğimiz insanların değer kattıkları şeye baktığımızda bir soru işareti var. Bir boşluk var açıkçası, bir boşluk var ki insanlar orada saatlerini harcayabiliyorlar. Youtube kanalı olan birinin reklamlarda karşısına çıkıyor, artık saatlerce “Şunu şuradan aldım, bunu buradan aldım, iyi ki almışım.”… Kendi kafasınca uzman olmadığı konularda konuşup duran birileri. Reklâm ürünü, reklâm vitrini. Buraları takip etmek gerekiyor. Yani bir kelimeden nerelere geldiğimize ve o videolara bakmak gerekiyor. Bunları neden önemsediğini ya da buradan dünyasına nasıl bir perspektif kazandıracağıyla ilgili çocuğumla sohbet etmem gerekiyor. Ama bu dünyanın dışındaysam çocuğumla bir bağlantı kuramam.

Yani bir teknolojiden uzak olan ebeveynler var, bir de çok fazla içinde olan ebeveynler var; o konuda da ben fikirlerinizi almak istiyorum.

O kendi dünyasında, çocuğum n’apıyor ne ediyor değil de kendi telefonunda ve bilgisayarında. Yapılan araştırmalar var. Boston Üniversitesinde iki araştırmacı bir yaz boyu, 50 aileyi çocuklarıyla beraber bir fastfood mekânında incelemiş. 50 aileden 40’ı masaya oturur oturmaz mobil cihazlarını çıkarmışlar ve çocukları ile irtibatı kesmişler; bu çok yüksek bir oran. Yine çeşitli yaş gruplarından 1000 çocukla yapılan başka bir çalışmada çocukların, anne ve babalarının telefonlarını nasıl algıladıkları nasıl gördükleri araştırılmış. Çalışma sonrası anne ve babalarıyla bir araya getirilip “Ebeveynlerinin telefonlarıyla vakit geçirilmesiyle ilgili ne hissettiği” sorulan çocuklar, öfke, hüzün, kızgınlık, yalnızlık kelimeleriyle hislerini tarif etmiş. Bazıları yeteri kadar annesi ve babasının üzerinde etkisi olmadığını, birçoğu da kendisinin çok sıkıcı olduğunu düşünmüş. Sonuçta “Telefon ya da bilgisayar benden daha kıymetli, daha canlı, ben daha sıkıcı olduğum için tercih edilmiyorum.” duygusu ağır basmış.  Anne ve babanızın çok yoğun telefon, bilgisayar kullanmasına nasıl bir tepkide gösterirsiniz, sorusu yöneltilen çocuklardan bazılarının cevapları da şöyle: “Telefonu tuvalete attım. Sakladım.” birçok küçük çocuksa telefonu ya da bilgisayarı bozduğunu veya kapattığını söylüyor.

Bir yıl kadar önce Almanya’da bir çocuk -sanırım yasaları ve kuralları iyi biliyor ki- annesi ve babası fazla internet kullandığı için bölgenin belediye başkanından protesto izni alıyor; aynı durumdan mustarip çocukları sosyal medyadan topluyor yürüyüş yapacak. Bakın sosyal medyayı yine sosyal medyayı kullanarak alt etmeye çalışıyor. Birçok çocuk katılıyor ve ellerinde pankartlarla kendi ebeveynlerini, sakıncasız bir dille protesto ediyor, dertlerini anlatıyorlar. Hatta basın açıklaması yapıyorlar. Niçin? Anne ve babalarının internette çok fazla vakit geçirmelerini, kendilerini görmediğini ya da önemsemediğini düşündüklerinden. Biz ebeveynler “Çocuğum çok fazla internette.” diyoruz ya. Şimdi de diğer tarafı var çocuk açısından da bakmak gerekiyor.

Peki, Yeşilay’da bağımlılıklar listesine aldı internet bağımlılığını çünkü ciddi etkileri olduğunu görüyoruz. Burada kendimizi kontrol edebilir miyiz?

Detoks yapabiliyor muyum? Kendimi kontrol edebiliyor muyum? Bağımlılıkta kendini kontrol edebilme yok, karar alınır ama uygulamada çok sorunlar yaşanır. Çevresiyle sorunlar yaşamaya, hayatını idame ettiren işlere ayırması gereken zamanı çok verimli kullanamamaya başlar. Zamanla kişisel başarı ve performansta da azalma başlar. İnternet bağımlılığını olabildiğince erken tespit etmek gerekiyor.

İnterneti sağlıklı, düzenli kullanmak da mümkün elbette, belli kriterleri gözeterek kullandığımızda biz de sağlıklı oluruz.  

Peki, nasıl başa çıkılması gerekiyor? Eğer internet bağımlısı olan kişi bir öğrenciyse, çocuksa, ergense aile interneti kesebiliyor, telefonu kaldırıyor, tableti kaldırıyor. Ciddi çatışmalar ortaya çıkabiliyor. Ya da eşler arasında bir problem varsa “Eşim bilgisayarın başından kalkmıyor, telefonu elinden düşürmüyor, iki kelam edemiyoruz.” diyen çiftler çok fazla. Burada doğru yöntem nasıl olmalı; zararlarını fark edip nasıl mücadele etmeli, çevresindekiler tarafından nasıl desteklenmeli?

Şimdi ACE modeli dediğimiz bir model var. Bu modelin sahibi Jung, Türkçe ACE’nin içeriği şunlar; anonimlik, erişilebilirlik ve psikolojik kaçış. İnternetin bizim hayatımıza nasıl bu kadar dâhil olabildiği ve neden bu kadar olumsuz etkilediğinin cevabı Erişilebilirlik; Ben pornografiye, istenmeyen kötü hayatlara ulaşabilirim. Normal hayatımda ulaşamayacağım bir partiye, bir olaya çok rahatlıkla ulaşabilir, bir cinayetin videosunu izleyebilir ya da çok karanlık bir mecraya -black web- girebilirim. Bilgisayarınızı açtığınız andan itibaren o sayfadan diğerine, her şeye bakabilir, yasal olmayan şeyler de dahil her şeye ulaşabilirsiniz. Normalde yapamadığınız dolandırıcılığı, aldatmayı sanal olarak çok rahat yapabilirsiniz, illegal bir sanal hayat yaşayabilirsiniz. İkincisi Gizlilik; normalde bir şey yapıldığında Ayşe yapıyor, Mehmet yapıyor bellidir, belirgindir. Ama sanalda kendinizi gizleyerek, zorbalık yapabilirsiniz, insanlara iftira atabilir, rencide edebilir, izole edebilirsiniz ya da başkaları bize bunları yapabilir. Böyle bir alanı da var. Üçüncüsü Psikolojik Kaçış; kendimizi iyi hissetmediğimiz ya da dolduramadığımız bir şeyi-alanı görmemek; çözemediğimiz bir şeyi bertaraf etmek, halı altına süpürmek için interneti kullanabiliyoruz. Psikolojik kaçış, internetin hayatımızı bu kadar etkileme nedenlerinden belki de en önemlisi. Bir ergen internet bağımlısı olabilir ama bir de neden buna ihtiyaç duyuyor, annesi ve babasıyla beraber olmaktan neden vazgeçiyor, arkadaşlarıyla beraber olmaktan neden vazgeçiyor ya da sosyal hayat içerisinde birçok şeyden neden vazgeçiyor? Bunun altında psikolojik bir kaçış olabilir. Bu durum yetişkinler için de çok bariz; ben neden kaçıyorum ki saatlerimi buna veriyorum. O zaman da iki tür bağımlılık karşımıza çıkıyor; özgül bağımlılık ve yaygın bağımlılık. Yaygın bağımlılıkta şu var “yalnızca orda olmak için olmak”… “Çevrimiçiysem varım.” çevrimiçi olmadığında kendini bertaraf olmuş/dışarıda kalmış gibi hissetmek. Oradan oraya atlamak yaygın internet bağımlılığıdır. Özgül internet bağımlılığında ise bir amaç var, oyun oynamak, alışveriş, chat yapmak gibi basamaklar var. “Ben oyun için internet içerisindeyim, muhabbet yapmak için ordayım.” gibi bu aslında o kişinin psikolojik bir kaçışı olduğunu oraya kaçtığını gösterebilir. Çünkü o dünyada rahatladığı, görmediği sanal bir şey var ve o sanal bir şeyde kendini gerçek dünyada görmediği bir şey var ve ondan kaçıyor.

Peki, ne yapmak lazım bununla ilgili olarak? Bununla nasıl başa çıkacağız? Hangi aşamada uzmanlara mı başvurmalıyız? Ailenin interneti ortadan kaldırması bir çözüm mü, o çocuğu bağımlılıktan kurtarır mı? Eşlerin birbirini tehdit etmesi, ne yapmak lazım, doğru adımlar nedir? Bir uzman yardımı gerekir mi? Ya da kişi kendini bu bağımlılıktan nasıl geri çekebilir, bu mümkün mü? Ne önerirsiniz?

Bir kere bu dünyada cazibesi olan çok yer var. İnsanın önce kendisine yönelik bir gözlem yapması gerekiyor, erişilebilir dediğimiz yerleri gördüğümüzde ya da kullandığımızda yaşadığımız şey ne? Üst biliş mekanizmamızı geliştirmemiz gerekiyor, üst biliş ne demek kendimi yönetmek, kendimi muhakeme etmek ve kendimi tanıma ve düşüncelerimi gözlem yapabilmesidir. Bu önemli bir etken, buradaki farkındalık kaybolmuş, kendi düzeyini fark edemeyecek durumdaysa çevresinin bu kişiye destek olması gerekiyor. Gerekirse tabii ki bir uzman desteği alması gerekiyor.

Diğer bakımdan da çocuk ve ergenleri korumak bizim görevimiz ama korumak izole etmek anlamına gelmiyor. İzolasyon çocuk için harika hissettiği bir dünyadan alıp çöle bırakılmak gibi bir şey olur. Öfke başlar, anne-babaya karşı ret başlar, isyan başlar ve bunu elde edebilmek için bu yola gidebilecek başka yöntemler seçmeye kalkışır. Ya da gerçekten ben çok kötü bir şey yaptım cezalandırıldım, ben kötü biriyim algısı oluşur. Burada dediğim gibi orta yolu bulmak gerekiyor, oyunlar da oynayabilir, filmler de izleyebilir. İnterneti niçin, hangi amaçla kullandığı çok çok önemli; orada bir şey araştırabilir, film izleyebilir. Ailelere en çok söylenmesi gereken şey belki de budur; ne izliyorsa ne yapıyorsa, hangi oyunu oynuyorsa siz de oynayın, izleyin. “Anne ben şu oyunu yüklemek, oynamak istiyorum.” dediğinde anne-baba o oyunu önce kendisi oynasın, bakalım karşısına ne çıkacak, neler dönüyor orada bir baksın, incelesin sonra karar versin. Bu durumun müfettişi olsun. Tabii ebeveyn için soru şu; böyle bir bilince nasıl sahip olacağım?

Çok, çok önemli burada ailelere büyük görevler düşüyor, özellikle erişim noktasında pek çok tedbir var. Devlet destekli güvenlik türü, ebeveyni koruma programları oldukça yaygın.

Evet kitapçıklar var, uzmanlar var, bilgi alabilirsiniz, illa benim çocuğum internet bağımlısı oldu, deyip bunu iyileştirin demeniz gerekmez. Benim bir çocuğum var ve bu çocuğumun teknolojiye ilgisi var, bilgisayara ilgisi var, ben neler yapmalıyım diye de danışmanlık da alınabilir.

Mesela son zamanlarda duyduğumuz haberler bu mavi balina oyunu; bir forum sitesi olduğundan bahsediliyor. Yani tamamen çocuğu psikolojik olarak etkisi altına alan bir yapıdan bahsediyoruz.

Evet, yani bir kere, ben öyle bir çocuk yetiştirmeliyim ki Ayşe Hanım fıtraten; ben bunu izlemeyeceğim, ben buna bakmayacağım, diyebilsin. Her şey bilgi değil bazı şeyleri fıtrat, bünye reddeder. Çocuklar bunu çok güzel yapıyor, bu mekanizma bozulmuşsa yapamıyor zaten. O zaman orayı da düşünmek lazım. O çocuk o aile içerisinde neler görmüş ki o videodaki -şiddet, porno vb bilincini, ruhunu karıştıracak- herhangi bir şey karşısında dur diyemiyor. Çocuklarımıza bu bilinci vereceğiz, onların bodygardı/koruması olmayacağız. Kendisiyle ilgili kötü bir şeye maruz kaldığını fark edip frene kendisinin basabilecek güce sahip olduğunu bilmeli.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir